Orhan Pamuk’a hep sempatim vardı. Hiç tanımadım ama  yazdığı romanları, özellikle çocukluk anılarımı yaşadığım Eskihisar’da  geçen Cevdet Bey ve Oğulları’nı çok sevmiştim.
Nobel ödülü aldığında, bunun siyasi bir karar olduğunu bildiğim halde  çok sevinmiştim. Okurlardan gelen tepkilere de göğüs germeye çalışmış ve  “AKP iktidarının yarattığı iklimde Orhan Pamuk’u anlamak zor olabilir, bu iklim değiştiğinde durum farklı olacaktır” diye savunmuştum.
Ancak Orhan Pamuk insana “yok artık” dedirtiyor.
Bu kadar yetenekli, bilgili, entelektüel gelişimi çok yüksek bir yazarın  nasıl bu kadar ülke sevgisizliği içinde olduğunu artık anlamıyorum.
Pamuk yine dış basına konuşmuş.
Sanıyorum Nişantaşı, New York, Londra, Hindistan’ın tatil beldeleri  arasında mekik dokuduğundan olacak Türkiye gerçeğini tersten görmeye  devam ediyor.
Bir entelektüel olarak hukukun üstünlüğüne, demokrasinin erdemine, insan  haklarına saygı göstermesi gerektiği halde, hukuksuzlukların,  demokrasiyi ayaklar altına almanın ve insan özgürlüğüne darbe  vurulmasının yanında olduğu gibi bir görünüm sergiliyor.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından ve iki kutuplu dünyanın sona  ermesinden sonra Türkiye’de de ordunun gücünü kaybettiğini ve bunun çok  doğal olduğunu unutup, iktidarı “ordunun gücünü azalttı” diye  alkışlayabiliyor.
Asıl uygulamanın Türkiye’yi dönüştürmek için asker üzerinden tüm  muhalefeti susturmak, Türkiye’yi bir korku ülkesine haline getirmek  olduğunu nedense görmezden geliyor.
Ne yazık ki, darbeler konusunda bile çok az şey bildiği çıkıyor ortaya.  Ordu Türkiye’de hiçbir zaman laiklikle ilgili bir hassasiyet üzerine  darbe yapmadı. Hatta öyle ki “Atatürk adına yönetime el koyduklarını”  söyleyen 12 Eylül generallerinin dini nasıl kullandıklarını, “Rabıta”  desteğini Türkiye’ye soktuklarını bile bilmiyor.
Sanıyorum, Orhan Pamuk Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, “laikliğin ve  Atatürk devrimlerinin bekçisi” olduğu propagandasını da gazetelerden  okumuş olacak ki, “Türk halkı laikliği ordunun gücüne ihtiyaç duymadan  koruyabilmeli” diyebiliyor. Demek ki Orhan Pamuk ordunun aynı zamanda  bir NATO ordusu olduğunun da farkında değil.
Laiklik konusundaki kuşkuları, bir entelektüele yakışmayacak biçimde  “içki” düzeyine indirip “Bundan 15-20 yıl önce sokakta içki içen  insanlar göremezdiniz” diyebiliyor.
Oysa bırakın İstanbul’u, Türkiye’nin pek çok yerinde değil 15-20 yıl  önce 50 yıl önce de içki içilebilirdi. Şimdi ise Orhan Pamuk’un  rahatlıkla gezebildiği birkaç nokta dışında neredeyse içki yasak.
Orhan Pamuk “gazetelerde okuduğu” kadarıyla Ergenekon davası ile ilgili  “ikna olduğunu” söyleyebiliyor. Bir entelektüel olarak “kuşku duyma  hakkını” bile kullanmak istemiyor. Ne garip.
Orhan Pamuk’la ilgili duygularımda şiddetli bir erozyon olduğunu söylemeliyim.
*****
Gençlere yine klasik müzik ziyafeti
Ankara Üniversitesi, Kültür Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni  Orkestrası’nın ortaklaşa düzenlediği 19 Mayıs Gençlik Konseri bu yıl da  yapılıyor. Bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilecek konserde Cumhurbaşkanlığı  Senfoni Orkestrası Rengim Gökmen’in şefliğinde en sevilen klasik  eserleri seslendirecek.
Konserde bu yılın sürprizi ise 5 Grammy ödüllü İngiliz akapella  topluluğu Swingle Singers’ın da sahne alacak olması. Grup konserde  orkestra uvertürleri, pop klasiklei, film müzikleri ve halk  şarkılarından örnekler verecek.
Ankara Arena Spor Salonu’nda verilecek konser saat 20.00’de başlayacak.  Konser biletleri Mybilet, Devlet Opera ve Balesi ile Cumhurbaşkanlığı  Senfoni Orkestrası gişelerinden ve Ankara Üniversitesi Fakülte  sekreterliğinden alınabilir.
*****
Cips
Bodrumdaki yazlığımıza giderken yolda alışveriş merkezinde durup evin  genel temizliği için süpürge, faraş, kova, fırça, bir sürü temizlik  malzemesi aldım ve iş yaparken yemek için kocaman bir torba da cips..  Kasadaki kız elimdekileri torbalara yerleştirirken ağzındaki sakızı  balon yapıp patlatarak “Hayret, ilk defa şahit oluyorum” dedi,  “Anlaşılan cips yerken etrafı acayip batırıyorsunuz!..” (Yıldırım Tuna)
*****
Zirveden zırvaya
Yandaş medyanın iktidarı korumak, kollamak ve yeniden seçtirmek için  hiçbir ahlâki ve vicdani kurala uymadan dört bir yandan saldırmasına  alıştık. Garip haberler, şeytanın aklına gelmeyecek komplolar, insan  şeref ve haysiyetiyle oynamak için yapılan düzmece haberler, akıl ve  mantık dışı saptamalardan yola çıkarak hazırlanan senaryolar, basın  ilkelerini de ayaklar altına alıyor.
Dün bunun çarpıcı örneklerinden biri yandaş gazetelerden birinin  manşetindeydi. “Darbe” davaları nedeniyle tutuklu bazı isimlerin,  Malatya’ya birçok kez gidip geldiklerinden, burada seminerlere  katıldıklarından ve konferanslar verdiklerinden yola çıkılarak “Hepsi  Zirve’den geçtiler” deniliyor. Zirve denilen, üç kişinin alçakça  öldürüldüğü yayınevinin ismi.
Gazete diyor ki “Bu isimler Malatya’ya bu kadar gidip geldiklerine göre Zirve katliamı ile de ilişkileri vardır.”
Haydi mantığı ve aklı bir kenara bırakalım, iktidara yaranmak için ahlâk ve vicdan da mı bu kadar köreldi?
*****
Kibarlığın da bu kadarı
Başbakan Erdoğan meydan konuşmalarında kantarın topuzunu biraz kaçırdı  ve bazı bakanlarla milletvekillerinin “yolsuzluğa bulaştıkları için  yeniden aday olmadıkları” anlamına gelecek sözler söyleyiverdi.
Muhalefet elbette böyle bir açığı değerlendirecekti ve öyle de yaptı.  Kılıçdaroğlu “yeniden aday yapılmayan” bakanların adını sayarak “Haydi  açıkla, hangisi yolsuzluk yaptı?” diye sordu.
Kılıçdaroğlu dün aday yapılmayan isimlerden eski bakan Kürşad Tüzmen’le  karşılaşmış. Tüzmen “Sen genel müdürken ben müsteşardım, benim  dürüstlüğüme inanıyor musun?” diye sormuş. Kılıçdaroğlu da “İnandığını”  belirttikten sonra “Lafım sana değil” diye de eklemiş.
Kılıçdaroğlu son derece beyefendi ve kibar bir siyasetçi.
Ancak öyle anlar vardır ki, kibarlığın bu kadarına da gerek yoktur.
Kılıçdaroğlu eskiden de tanıdığı Tüzmen’i “işin dışında” tutma kibarlığı  göstereceğine “bana neden soruyorsun, genel başkanına sorsana, lafı  söyleyen o” dedikten sonra ekleyebilirdi “Evet senin dürüstlüğünle  ilgili bir kuşkum yok ama, bunun hesabını sormak da sana düşer..”
Tabii Kürşad Tüzmen’i de anlamakta zorlanıyorum. Başbakan “aday  yapılmayan herkesi” töhmet altında bırakıyor. Kürşat Tüzmen  Kılıçdaroğlu’ndan medet umuyor.
Eğer gerçekten söylediği gibi dürüstse ortaya çıkıp Başbakan’dan sözlerinin ne anlama geldiğini sorması gerekmiyor mu?
***
“Sahillerin yaşam tarzının teminatı biziz!” diyen Başbakan’ın aynı  konuşmada, “Bizim siyaset anlayışımızda sahil yok, kumsal yok, Türkiye  var!” demesi akıllara, “Acaba bu teminatın karşılığı yok mu?” sorusunu  getiriyor! (Gani Yıldız)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Güzel Sözler - Özlü Sözler - Anlamlı Sözler - Deneme Yazıları Makale