Soru Cevap

15 Temmuz 2025 Salı

Adımı, sanımı, zamanımı değiştirsem…

Zamanın nankör bir anına rastlamıştım, kolayca harcanıp yitirilecek bir varlıktım onun içinde.


Yerine yabancı bir düş gibiyim, görülüp görülmediğimi bile anlamadan. Belki de hiç fark edilmeden, o uykuların yığıldığı karanlıkta donakaldım. Varlığımdan ya da yokluğumdan şüphe duyan tek bir kişi var, o da bu düşü gördüğünü sanıp, her sabah olduğu gibi uyanır uyanmaz unutacak. Olsam da olur, olmasam da; ne fark eder ki, olan olmuş, biten bitmiş. Bu yüzden mi bu kadar belirsizlik, bu kadar anlamsızlık? İnsanlar hep acımasızdı, doğduğumdan beri; sen bile kırıcı, ben ise talihsiz. Daha ne olsun ki bu devirde…
Güneş her sabah doğup her akşam batarken, içimizde bir yerlerde her şeyin hep aynı kalacağına dair bir inanç taşırız. Bu inançla, aynı hataları tekrar tekrar yapar, denenmişi bir kez daha deneriz sanırım. Kırıldığın yerden iyileşeceğini, yeniden filizleneceğini umarken, o kırığın, o yaranın hep orada olduğunu bile bile, saf bir “belki”ye tutunarak çıkarız ortaya. Oysa meydan, bizi yeniden yaralamak için çoktan hazırlanmıştır. Yaralarımızla, o yaranın olduğu yerden iyileşemeyeceğimizi bildiğimiz halde, nasıl bu kadar inatla, bu kadar umutla aynı yerden şifa bulmayı bekleriz, bilmiyorum. Herkesin bir “belki”si var, vazgeçilmezi, umut gibi sarıldığı bir şey: “Belki kırıldım ama toparlarım,” “Belki hayal kırıklığı yarattı ama düzeltebilir,” “Belki öyle demek istememiştir…” Kimsenin kimseyi onaramayacağı, ilk kırgınlıkta anlaşılmıştı oysa. Yine de aynı saflıkla, binlerce kez daha kırılmaya hazırız, bu çağda bunun karşılığını bulamıyorum.Bildiğin şeylerden bile emin olamama hali, sürekli bir hata avına çıkma durumu. Dünya böyle, seni de herkes gibi güvensiz kıldı. Belki de zaten olduğumuz yerde hiç renk yoktu. Olabilir mi? Belki tüm renkleri biz uydurduk, düşlerimizde, hatta daha ötesinde. Gri bir uyanış mıydı bizimki? Hangi zamana açılıyor ya da kapanıyorduk, belki de sadece renk körüydük. Bu bile, tüm ruhsuzluğumuz içinde yutulabilir bir bahaneydi. Parçalara ayrılmıştım, böylece çoğaldığımı ve maddenin halleri gibi dağılıp gideceğimi sanıyordum. Korkuyla değişimin büyüsü arasında sıkışıp kalmıştım. Bir yanım, öteki yanımda gizlice, tehlikeli işlere girişebilir miydi tek başına?Puslu bir gece vakti, unutulmuş fotoğrafları yolcu ediyoruz; kimine sevgiyle, kimine gülerek, kimine ağlayarak. Anılar, kendi zamanında yaşayıp o anda kalmalı diye düşündük hep. Onları yaşamayı bıraktık, kendi hallerine terk ettik; ne çoğaldılar, ne azaldılar, ama yine de az değillerdi. Yolcu ettiğim fotoğrafların içindeki hayaldi, başka türlüsü dayanılmaz olurdu. Bugünün yarına ulaşacak gücü yoktu, biz de taşımaya cesaret edemedik. Buzla buhar arasında konuştuklarımız, sustuklarımızı bastırır diye bahse girdik; biraz buhar, biraz duman olduk. Kaybeden yine zamansızlığımız oldu. Alışkanlıklarınla ezberleri bozuyor, eski bir hikâyeye özenip tutunamıyor, her yerden kırılıyorsun. Gece, susmak demekti; uzaklar, sessizlik demekti. En çok bunları özlüyorsun: sessizliği ve puslu geceleri. Yeterince yontulmazsa taş heykel olmaz, insan da yeterince sevmezse hiç olur. Denize düşen yakamozun resminde, ressamın çizemediği yansımalar vardı; aramızdaki bulanıklık, belirsizlik, erişilmezlik tam böyle bir şeydi. Bazı şeylerin o anlamlara gelmediğini fark edince, gerçeğin tam göbeğine düşüyorsun, seni tutacak kimse olmadan.
Şarkılar bulduğum akşamları, şarkının içindeki geceyi severdim. Yıldızlar bu kadar uzak diye onlara kapılırdım, zaten tutunamadığım her şeye biraz tutulurdum. Tersliğimin bir açıklaması vardı, mantıklıydı, hatta bana göre biraz kabul edilebilirdi. Ama sakin günlerimi açıklayamıyordum; sessizliğimi biliyor, durgunluğumu tanımıyordum. Anlama yetimin ağırlığı altında eziliyordum. Hiçbir şeyin sessizce var olabilmesine alışmamıştım. Tüm iyi niyetlerim, kaçırdığım uzakların yollarında, trenlerin vagonlarında, tanımadığım bir rüzgârla kaybolup gitmişti. Hayat bu kadar donuk, insan bu kadar bıkkın, ben bu kadar yenilmişken, çaresizlikten ağlamanın da bir işe yaramayacağını biliyordum artık. Çok şey anlatmak istedim vaktiyle; sesimi bilirim, içimi tanırım, kendimi anlarım sandım. Hiçbir şeyin hiçbir yere varamayacağını bildiğim halde. Senaryoyu oynar gibi, rol gereği doğdum, bu hikâyeyi bitirecektim, ama her şey karıştı, kimyadan vazgeçtim.Çok yüzlü sokakların, az olanın makbul olduğu dünyasından geldim. Sesim, “keşke”li zamanların hayal kırıklığında takılı kaldı. Anlayışsız bir zaman, bir mekândı artık dünya. Her şeye rağmen, çıkmaz yolların serserileriydik. İçimdeki umutlar, dolapta unutulmuş, çürümeye yüz tutmuş meyveler gibi soldu. Hareketsizdim, az kalsın ölecektim. Ölmeden dirilemeyeceğiz belki de. Hayalet gibi o sokaktan kaçıncı geçişimdi, unuttum; çantamda eski kitaplar, içimde çoktan solmuş ayrılıklarla. Her sabah tüy gibi geçiyorum, kimse bakmıyor, bakan da görmüyor zaten. Zamanın içinde bir ayraç gibi sıkışmış, nefes almaya çabalıyorum; ne bir şeyi ayırabildim, ne birleştirebildim, ne de düzeltebildim, bu yüzden görünmez oldum. O mağrur gerekçe, görünse de fark edilmeme gururu, dilim dönmüyor gitmelere, telaffuzu olmayan o hüzünlü bekleyiş… İçimde kırılan her şeyin ezgisiyle, tüm sustuklarımın ardından içime dönüyorum; ruhu yontulmuş, kalbi görmekten bitap düşmüş bir bilge tavrıyla… Ve semt isimleri aklımdan geçiyor, tabelalar, istemeden okuduğum kelimeler, beynimde yer edenler, anlamlı, anlamsız, sevdiğim her şey. Bir semt adı bile bazen ne çok şey hissettirir; için titrer, özlemle dolarsın, sarılırsın, en yakınına sarılır gibi, o seni sarmalar. O an, o sokağın içinde yaşadıklarındır aradığın; artık bulamayacağın, gidemeyeceğin bir devrandır gurbetin, gün gelip devranın dönmeyeceği bir demdir bu mevsim. O yere bir daha ulaşamazsın, aynı kalsa bile, adı değişmese bile başkadır. Bir an öncenin yenisidir artık, zaman gibi. Ne çok saat var, ama zamandan kaçılmıyor.Uğultular sussun diye dağlara çıkmıyorum. İçimde kendi hayatından kaçmak isteyen bir çocuk var, bu da zayıf noktam, olsun o kadar. Belki başka bir hayata ışınlanırım masallarıyla, her zorlukta içimden denediğim. Sonsuzluk hem korkutuyor hem büyülüyor beni. Yılların günler gibi geçtiği bunca zamandan sonra, gelmeyeceğine dair hikâyeler uyduruyorum, bahaneleriyle birlikte. Yine de hem gelmeyeceğini biliyorum, hem bunu aklımdan atamıyorum. Bu hali hangi mevsime saklarım, hangi hikâyeye gömerim, hangi yollara, düşlere, uzaklara savururum, bilmiyorum. Tutunamadığım anlarda, mucize gibi belirsin diye çocukça hayallere kapıldım. İçimde hep inançlı, azimli bir çocukla büyüdüm, ama o çocuk gitti artık. Tutunabiliyorsam, iyi kötü, bunun kimseyle ilgisi yok, biliyorum.
Unutulmayanların hatırlanmayan hikâyesinden geliyorum. Adımı, sanımı, zamanımı değiştirsem… Sanrılarımı büyütsem, sancılarım durmadan büyür. Dünyaya açılan pencerelerden bakamadığım gibi, nemli, muhabbetsiz, kederli odalarda ruhumu, silinen gülüşümü, eksilen diriliğimi, içime hapsettiğim iç çekişlerimi, hatta yaşımı bile değiştirsem, hiç yaşamadığım o yaşlara gitsem, geride kalanları unutabilir miyim? Tabelalar bile gözlerimin önünden gitmiyor, aklımın boşluğunda yer buluyor hepsi.Her cümle, bir diğerini kovalıyordu, bunu fark eden bahtsız ruhlarda… Dünyanın cefasını çekecek bir hatırım kalmadı artık, ne de hatırası.

Güzel Sözler - Özlü Sözler - Anlamlı Sözler - Deneme Yazıları Makale

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Güzel Sözler - Özlü Sözler - Anlamlı Sözler - Deneme Yazıları Makale