Dün gece yine aynı şeyi düşündüm: İnsan neden ölümsüzlüğün peşinde koşar?
Bilim kurgu değil, içimden gelen ham bir soru bu.
Bence ilk sebep çok basit ve çok utanç verici: Yarım kalmaktan korkuyoruz.Her birimiz, farkında olmadan, kendi hayatımızın en az bir şaheser olabileceğine dair küstah bir inançla doğuyoruz. “Benim hikâyem özel, tamamlanmadan bitmemeli” diyoruz. Çocukken çizdiğimiz yarım kalmış resimler, gençken başladığımız yarım kalmış aşklar, orta yaşta kurduğumuz yarım kalmış şirketler… Hepsi aynı korkunun küçük provaları. Ölüm ise en büyük yarım bırakış. O yüzden “daha biraz zaman” diye yalvarıyoruz evrene. Bir bölüm daha, bir sezon daha, bir hayat daha…İkinci sebep, biraz daha karanlık: Biz aslında kendimizi o kadar sevmiyoruz ama kendimizden de vazgeçemiyoruz.
Kendimizi beğenmiyoruz çünkü sürekli “biraz daha iyi olsam” diye düşünüyoruz. Daha zeki, daha güzel, daha zengin, daha sakin, daha cesur… Ölüm geldiğinde tam da o “biraz daha iyi” versiyonuna ulaşamamış olmaktan korkuyoruz. Ölümsüzlük hayali, aslında “bir gün tam anlamıyla kendim olacağım” vaadinin sonsuz ertelenmesidir. Sonsuz zamanımız olsa, er ya da geç mükemmel olacağız sanıyoruz. Oysa sonsuz zamanımız olsa da muhtemelen yine aynı ertelemeleri yapacaktık.
Üçüncüsü, belki de en derini: İnsan, varlığının tesadüfiliğini hazmedemiyor.
Kocaman bir evrende, milyarlarca galakside, trilyonlarca yıldızda, tesadüfen şu birkaç on yıl yaşamak… Bu kadar kısa bir parantezin içinde anlam aramak, sonra o parantezin kapanması kabul edilemez geliyor. Ölümsüzlük arzusu, “Ben tesadüf olamam, ben mutlaka gerekliyim” diye bağıran ego’nun çırpınışı. Ölmek, evrenin sana “aslında o kadar da gerekli değildin” deme şekli gibi hissediliyor.Bir de şu var: En çok sevdiğimiz şeyleri hep “biraz daha” isteriz.
Bir şarkıyı çok sevdiğimizde tekrar tuşuna basarız. Birini çok sevdiğimizde “keşke hep böyle kalsa” deriz. Hayatın kendisi de bizim en sevdiğimiz (ya da en azından en alıştığımız) şey olduğu için, bitmesin istiyoruz. Ölüm, en sevdiğimiz albümün son şarkısı gibi; ne kadar güzel olursa olsun, bittiğinde içimizden “biraz daha çalsın” diye geçiriyoruz.
Ama en tuhafı şu:
Ölümsüz olsaydık, muhtemelen hayatın değerini tamamen yitirirdik.
Bugün bir fincan kahveyi güzel kılan, yarın içemeyecek olma ihtimali. Birini kucaklarken içimizdeki o sıkışma, bir gün bunu yapamayacak olma korkusu. Ölümsüzlük gelse, her şey sıradanlaşır, her kucaklaşma rutinleşir, her sabah “yine mi” olurdu.
Belki de ölümsüzlüğün peşinde koşuyoruz çünkü aslında ölümü değil, anlamı istiyoruz.
“Bu kadar kısa sürede anlamı nasıl bulayım?” diye panikliyoruz.
Oysa anlam, tam da bu kısalıkta saklı olabilir.
Bir gülün bir gün açık kalması, onu daha güzel yapar; sonsuza dek açık kalsaydı, kimse dönüp bakmazdı.
Ben şahsen ölümsüz olmak istemiyorum artık.
Yeterince uzun yaşayıp, bir iki insanın hayatına gerçekten dokunabilsem, birkaç cümle kurabilsem ki biri bir gün içinden geçirdiğinde “iyi ki bu adam yaşamış” desin…
Bu bana yeter.Ölüm, hayatıma çerçeve koyuyor.
Çerçeve olmasa tablo bu kadar net görünmezdi.
Bilim kurgu değil, içimden gelen ham bir soru bu.
Bence ilk sebep çok basit ve çok utanç verici: Yarım kalmaktan korkuyoruz.Her birimiz, farkında olmadan, kendi hayatımızın en az bir şaheser olabileceğine dair küstah bir inançla doğuyoruz. “Benim hikâyem özel, tamamlanmadan bitmemeli” diyoruz. Çocukken çizdiğimiz yarım kalmış resimler, gençken başladığımız yarım kalmış aşklar, orta yaşta kurduğumuz yarım kalmış şirketler… Hepsi aynı korkunun küçük provaları. Ölüm ise en büyük yarım bırakış. O yüzden “daha biraz zaman” diye yalvarıyoruz evrene. Bir bölüm daha, bir sezon daha, bir hayat daha…İkinci sebep, biraz daha karanlık: Biz aslında kendimizi o kadar sevmiyoruz ama kendimizden de vazgeçemiyoruz.
Kendimizi beğenmiyoruz çünkü sürekli “biraz daha iyi olsam” diye düşünüyoruz. Daha zeki, daha güzel, daha zengin, daha sakin, daha cesur… Ölüm geldiğinde tam da o “biraz daha iyi” versiyonuna ulaşamamış olmaktan korkuyoruz. Ölümsüzlük hayali, aslında “bir gün tam anlamıyla kendim olacağım” vaadinin sonsuz ertelenmesidir. Sonsuz zamanımız olsa, er ya da geç mükemmel olacağız sanıyoruz. Oysa sonsuz zamanımız olsa da muhtemelen yine aynı ertelemeleri yapacaktık.
Üçüncüsü, belki de en derini: İnsan, varlığının tesadüfiliğini hazmedemiyor.
Kocaman bir evrende, milyarlarca galakside, trilyonlarca yıldızda, tesadüfen şu birkaç on yıl yaşamak… Bu kadar kısa bir parantezin içinde anlam aramak, sonra o parantezin kapanması kabul edilemez geliyor. Ölümsüzlük arzusu, “Ben tesadüf olamam, ben mutlaka gerekliyim” diye bağıran ego’nun çırpınışı. Ölmek, evrenin sana “aslında o kadar da gerekli değildin” deme şekli gibi hissediliyor.Bir de şu var: En çok sevdiğimiz şeyleri hep “biraz daha” isteriz.
Bir şarkıyı çok sevdiğimizde tekrar tuşuna basarız. Birini çok sevdiğimizde “keşke hep böyle kalsa” deriz. Hayatın kendisi de bizim en sevdiğimiz (ya da en azından en alıştığımız) şey olduğu için, bitmesin istiyoruz. Ölüm, en sevdiğimiz albümün son şarkısı gibi; ne kadar güzel olursa olsun, bittiğinde içimizden “biraz daha çalsın” diye geçiriyoruz.
Ama en tuhafı şu:
Ölümsüz olsaydık, muhtemelen hayatın değerini tamamen yitirirdik.
Bugün bir fincan kahveyi güzel kılan, yarın içemeyecek olma ihtimali. Birini kucaklarken içimizdeki o sıkışma, bir gün bunu yapamayacak olma korkusu. Ölümsüzlük gelse, her şey sıradanlaşır, her kucaklaşma rutinleşir, her sabah “yine mi” olurdu.
Belki de ölümsüzlüğün peşinde koşuyoruz çünkü aslında ölümü değil, anlamı istiyoruz.
“Bu kadar kısa sürede anlamı nasıl bulayım?” diye panikliyoruz.
Oysa anlam, tam da bu kısalıkta saklı olabilir.
Bir gülün bir gün açık kalması, onu daha güzel yapar; sonsuza dek açık kalsaydı, kimse dönüp bakmazdı.
Ben şahsen ölümsüz olmak istemiyorum artık.
Yeterince uzun yaşayıp, bir iki insanın hayatına gerçekten dokunabilsem, birkaç cümle kurabilsem ki biri bir gün içinden geçirdiğinde “iyi ki bu adam yaşamış” desin…
Bu bana yeter.Ölüm, hayatıma çerçeve koyuyor.
Çerçeve olmasa tablo bu kadar net görünmezdi.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Güzel Sözler - Özlü Sözler - Anlamlı Sözler - Deneme Yazıları Makale