İzleyiciler

5 Ağustos 2013 Pazartesi

İRANLI BİR VATANDASIN TÜRKİYE İZLENİMLERİ TÜYLER ÜRPERTİCİ GERCEK !




BU YAZIYI OKUDUGUMDA URKTUM VE KORKTUM;ACABA BAZI GERCEKLERI GOREMIYOR MUYUZ?!
DUSUNDURUCU VE DE UZUCU..

       

**MOHSEN YAZD'IN MEKTUBU**!
 
 
*''Sevgili Türkiye'deki dostlarım ve kardeşlerim,
Devrim sırasında devrim muhafızları tarafından önce tecavüz edilip,  daha sonra da ipe gönderilen çok sevgili kız kardeşim Mehtab’ın anısına...*
 
*Bu mektubu sizlere yazmamdaki neden, bizim 30 sene kadar önce yaşadığımız o talihsiz ve karanlık günün Türkiye için de yaklaşıyor olduğunu görmem ve bundan daha derin olarak kalbimde hissetmem oldu. *
 
*Türban yasasının mecliste onaylandığı tarihin; İran İslam devriminin olduğu güne denk gelmesi, kalbimde bunun ilahi bir güçten gelen uyarı fişeği olduğu hislerini uyandırdı ve bu mektubu kaleme almaya karar verdim. *
 
*Biliyorum, hepiniz kalbinizde karanlığın otoritesini hissettiniz. *
 
*Karanlık otorite, gelmeden hissettirdi yaklaştığını.
İran İslam devriminden 1 hafta kadar önce Türkiye'ye geçen, uzun bir süre burada yaşayan ve daha sonra Kanada'ya iltica eden, halen bu ülkede felsefe öğretmenliği yapan bir İranlıyım. *
 
*Atatürk'ün aydınlık Türkiye’sini çok seviyorum ve yüreğim kan ağlayarak, İran'da 'O gün' gelmeden önceki olayların sanki bir tekrarını sinemada izliyor gibi Türkiye'de görüyorum.*
 
*Yobaz karanlığında hunharca katledilen kız kardeşim anısına sizlere yalvarıyorum ki, sakın olmaz demeyin! Sakın Türk Ordusu olduğu sürece olamaz demeyin, çünkü aşağıda anlatacağım gibi o gün geldiğinde tüm orduların eli kolu bağlanabilir. *
 
**
 
*Bizim ailemiz; İran'da laik, sol görüşlü ve aydın bir aile idi. *
*Devrimden 1 ay önce, bize bile söyleselerdi; 1 ay sonra durum bu olacak diye, biz bile güler geçerdik, 'delimisin?' diye sorardık belki de. *
*Belki de derdik ki; 'Şah'ın bu güçlü ordusunu nasıl yenecekler de Şeriat karanlığını getirecekler?'*
*Sizlere önce İran İslam Devriminin nasıl geliştiğini kısaca anlatmak istiyorum, çünkü Türkiye'deki gelişmelerle çok büyük benzerlikler mevcut.*
 
*İRAN İSLAM DEVRİMİ'Nİ BAŞARIYA GÖTÜREN AYAKLAR*

1-    BÜYÜK KESİMİ FAKİRLEŞEN HALK DİNCİLERİN PENÇESİNE DÜŞTÜ.

Bu halk; yiyecek, giyecek gibi ufak yardımlarla onların safına çekildi.
*Beyinleri yıkandı ve fakirliklerinin temelinde kirli ve dinsiz rejim olduğu benliklerine yazıldı. *
*Açlıkla boğuşan halk bu cehaletin pençesine kolaylıkla düştü ve rejime düşmanlaştı.

(ÇOK FAKİRLEŞEN TÜRK HALKINA DA AYNI ŞEYLER YAPILIYOR)*
 
*2- HEP DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK DENDİ. *

*Humeyni devrimi yapana kadar, hep demokrasi ve özgürlük vaat etti. *
*Bu şekilde, birçok sol görüşlü insanları da kendi saflarına çekti. Bu insanlar, devrim akabinde ipe giden ilk insanlar oldu.

(TÜRKİYE'DE,  HEP DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK DİYORLAR)*
 
*3- EMİR KOMUTA ZİNCİRİNDE YAPILANMIŞ OLAN DİN ADAMLARI, HALKI KONTROL ALTINA ALDI.

(BAŞI; ABD'DE YAŞAYAN MALUM TARİKAT'IN YAPILANMA BİÇİMI OLAN 'ABİ' YAPILANMASI, BU EMİR KOMUTA ŞEKLİDİR VE DEVRİMİN EN ÖNEMLİ AYAKLARINDAN BİRİSİ; BU EMİR KOMUTA YAPILANMASIDIR.  *
*BU EMİR KOMUTA YAPILANMASI, DEVRİMİN HALK ORDUSUDUR VE DEVRİM SIRASINDA BU EMİR KOMUTA ÇOK KISA ZAMANDA ÇOK BÜYÜK KİTLELERE EGEMEN OLUR.)*
 
*4- KARGAŞA VE KAOS ORTAMINDA,  ASKERİ KIŞLALAR basıldı. ELLERİNDE KUR'AN ile kışlalar ele geçirildi.

(BU AYAĞA ÇOK DİKKAT EDELİM, ÇÜNKİ DEVRİM SIRASINDA
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ'Nİ ELE GEÇİRMENİN EN ANAHTAR AYAĞI BUDUR.)  *
 
*Türk Silahlı Kuvvetleri, bildiğim kadarıyla 600-800 bin kişiden oluşan bir kuvvettir. *
*Yalnız unutulmaması gereken gerçek, bu ordunun ancak binde bir'lik bir bölümü rejimin muhafızıdır. *
*Yani; Harp Okulları'nda eğitim görmüş Subaylar, ancak bu kadardır. Geri kalan yüzde 99.99 er,  rejim muhafızı değildir. *
*Onlar emirlere göre hareket eden,  vücut parçalarıdır. Beyin olan ise, az sayıdaki subaylardır.  *
 
*İran Devrimi'nde; kargaşa ve kaos ortamında kışlaları basan yobazların, ellerinde Kur'an'la, erleri geçerek direnen subay ve komutanları katlettiler. *
 
**
 
*Burada kilit nokta; ellerinde Kur'an ile harekete geçen büyük halk kitlelerine karşı, erlerin silah kullanmakta zorlanacağı gerçeğidir.  *
 
**
 
*Zaten kullansalar bile; cahil ve beyni yıkanmış halk, öyle bir kudretle kışlalara saldırmıştır ki sonunda kışlalar teslim alınmıştır. *
 
**
*O askerin açtığı ateş sonucu, halktan çok ölen olmuştur ama sonuçta bir noktada erler silah bırakmak durumunda kalmışlardır. *
*Erin kendi başına alacağı savaş inisiyatifi, düşmana karşıdır. *
*Ama büyük kitleler halinde ve ellerinde Kur'an'larla üzerine gelen kendi halkına karşı bu kararlılığı göstermesi mümkün olamaz.  *
*Yani; er buna bir noktadan sonra direnmez, ya da direnemez.  *
*Çünkü o er karşısındakinin karanlık bir devrim yapacak olan insanlar olduğunu bilecek bilinçte de değildir, kaybedeceği aydınlığın ne olduğunu da.*
*Bunu bilecek olan,  sadece Subaylardır. *
*Ve kanlarının son damlasına kadar savaşacak olanlar da bu konuda aydınlanmış Türk Subayları'dır.  *
*Ama yukarda bahsettiğim üzere, onlar ordunun sadece ve sadece en fazla binde birini teşkil ederler. *
*Yani; Devrim’in asil savunucusu Türk Ordusu'nun tümü değildir, sadece Subay kademesidir ve erlerin durduğu ve etkisizleştirildiği noktada, o Subay kademesinin yok edilmesi kolay olacaktır. *
 
**
 
*İran'da, Ordu bu şekilde etkisiz hale getirilmiştir. 'Er;  düşman işgali durumunda durmaz ve etkisizleştirilemez, sonuna kadar da savaşır, ama büyük bir kudretle gelen kendi halkı karşısında durabilir.'*
*Şu aşamada; aldıkları bu büyük ivme ve arkalarındaki çok büyük güçlerle, onları normal yollardan durdurmak çok zor olacaktır. *
*Ve bunların durdurulmadan hareket edeceği her gün, ivme ve güçlerini artıracak ve işi zorlaştıracaktır. *
 
**
*Silahlı kuvvetler, ne kadar erken hareket ederse o kadar iyi olur. *
*Sonra geç olabilir.  *
*Silahlı Kuvvetlerin; şu veya bu nedenle eli kolu bağlı ise ki öyle görünüyor, bu durumda; Silahlı Kuvvetler 'O GÜN'  geldiğinde, kışlarını nasıl muhafaza edeceğinin planını çok iyi yapmalıdır. *
*Çünkü kilit bu noktadır.*
*Silahlı Kuvvetler etkisiz hale getirilemediği müddetçe, devrim başarıya ulaşamaz. *
*Bu nedenle; her askeri kışlaya normal erlerin haricinde, kışlaları kanının son damlasına kadar savunacak 'ÖZEL CUMHURİYET DEVRİM MUHAFIZLARI BİRLİKLERİ' oluşturulmalı ve bunların böyle büyük bir halk hareketine karşı; erlerden önce devreye girip, erler şaşkınlıklarını üzerlerinden atana kadar çatışmaya girmeleri sağlanmalı ve burada kazanılacak vakitle gerideki Subaylar,  erlerin dağılmasının önüne geçmelidir. *
*Yani ordunun esas gücü ve gövdesi olan erlerin kontrolü, kesinlikle kaybedilmemelidir.*
*İran Ordusu'nun böyle bir hazırlığı olmadığı için gafil avlandı.*
*Oluşturulacak olan 'ÖZEL CUMHURİYET DEVRİM MUHAFIZLARI BİRLİKLERİ' yobazlarla çatışırken, erler de üzerlerindeki şaşkınlığı atacaklar ve subayların organizasyonu ile çatışmalara destek vereceklerdir.  *
*Oluşturulacak 'ÖZEL CUMHURİYET DEVRİM MUHAFIZLARI BİRLİKLERİ'; çok özel eğitilmeli ve de Atatürk'ü ve Devrimleri’ni canı pahasına savunacak şekilde inanmış olmalıdırlar. Aksi halde, başarısızlık kaçınılmazdır. *
 
**
 
*Çünkü en son Lübnan'da gördüğümüz üzere davasına inanmış bir kaç yüz Hizbullah Militanı, dünyanın en iyi ordularından birisi olan İsrail ordusunu, ağır zayiatlarla yenilgiye uğrattı..*
*Sevgili dostlar ve kardeşler; *
*Elimden geldiğince sizleri bilgilendirmeye çalıştım, çünkü aydınlığı savunmak durumunda olan sizler,  İran'ın geçtiği bu karanlık tüneli anlamak durumundasınız.*
*İran'ın bu acı tecrübesi, sizlerin uyanık olması için bir şans olur umarım.*
*Aşağıdaki birinci linkte, İran'ın devrimin hemen öncesi görüntüleri ile hemen sonrası görüntülerini bulacaksınız. Orada göreceğiniz üzere, İran Devrim öncesi, belki şu anki Türkiye'den bile daha modern. *
*Yani olmaz, olmaz demeyin. *
*İkinci linkte ise, Devrim lideri Humeyni'ye kadınların şiir okuması. *
*O linki vermemin nedeni ise; o koltukta bir gün, bugün ABD'de ikamet eden malum cemaatin başı olan şahsın oturabileceği ihtimalidir. *
 
**
 
*Acı, ama sanki tarih tekerrür ediyor.
Benim çok sevgili kız kardeşim Mehtab anısına yapabileceğim bu kadar. Elimden geldiğince sizleri bilgilendirmeye çalıştım. *
*Ama sizin geride kalan,  aydınlık yarınlar bekleyen kızlarınız, kardeşleriniz,  çocuklarınız ve Mehtab'larınız için yapabileceğiniz çok şeyler var; karanlık 'O Gün' çökmeden önce Atatürk Türkiye'sine...  *
 
**
 
*Yapabileceğiniz ilk şey; bu mektubu bildiğiniz,  tanıdığınız insanlara ulaştırarak daha fazla insanı uyandırmak olabilir. *
 
**
 
*O acı; çok büyük acı sevgili kardeşler, anlatmak istemiyorum içinizi karartmamak için, ama sevgili kardeşim Mehtab keşke bu dünyaya gelmemiş olsa idi de 'O gün' o acı sonu yaşamamış olsa idi; o karanlık ve pis yobaz şehvetinin pençesinde.

Allah; sizleri ve Atatürk Türkiyesi’ni korusun, o yobaz karanlığının sevgili kardeşim Mehtab’a gösterdiği acı sondan. *
*Anlatamıyorum; onu yobazların nasıl katlettiğini, elim varmıyor yazmaya, dilim gitmiyor anlatmaya...
 
Mohsen Yazd

4 Ağustos 2013 Pazar

HAYAT DEDIKLERI



Kararlar kararlar hayatimizdaki kararlari neye gore veririz... Yasanmisliklar mi yasanmamisliklar mı yoksa yasanacaklardan nedenlerden sebeplerden sonuçlardan gelen korkularimizdan mi korkularin size verdiği güçsüzlükten mi sunu iyi bilmek gerek; Yaptığımız her seçimin bedelini ödemez miyiz tüm hayatımız boyunca.. Yada meyvelerini toplamaz mıyız eğer seçimlerimiz gerçekten doğruysa.. Siz karar verirsiniz, ama şartlar öyle bir hale getirir ki, Yaptığınız seçimler iter, uzaklaştırır, dışlar sizi,  Tıpkı beklediğiniz bir otobüsün geldiğinde tıka basa dolu olması gibi.. Binmeye çalışırsınız, gideceğiniz yere gitmek için.  Ya çok doludur durmaz.  Ya da durur açar kapılarını ama…  Siz binemezsiniz… Almanız gereken karar o otobüstür, almak zorunda olduğunuz belki de..  Ama gelmiş, durmuş ve kapılarını açmış..  Oysa sizi almadan devam etmiştir yoluna.. Belediye otobüs duraklarında gelen otobüslerin sonu yok, hatta başka bir çok ALTERNATİFİNİZ var sonuçta..  Oradan koşun gidin metro’ya.. Olmadı mı?  Bir taksi çevirir gidersiniz yolunuza,… Peki hayat böyle mi ya?..  Bu kadar mı basit örnekleyebiliriz yakalanan, ya da kaçırılan, yapılan, ya da yapılması gereken HAYAT TERCİHLERİNİ.. Et tırnaktan ayrılmaz derler doğrudur..  Ama siz inanmayın ne işkenceler gördüm ben.. İNSANLARIN TIRNAKLARINI SÖKERLER. Ne olursa olsun, şunu anladım. İnsan verdiği karardan dönmemeli, ödemesi gereken bir bedel varsa ödemeli.. Lakin verdiği kararla gurur duyup, onurla o kararın ardından yürümeli..Hayat o kadar karmaşık ki ve biz insanlar bunu biraz daha karıştırmak için elimizden ne gelirse yapıyoruz…En dolu mutluluklarımızın yanına bir tutam keder, bir parça acı eklemeden günü bitirmeyi hiç bilmiyoruz…Gün ışığı pırıl pırıl alnımıza parlarken, ne yapıp edip, kendimizi en derin, en karanlık mezarlara atıyoruz..Gözüm takılıyor caminin önündeki güvercinlere, her kanat çırpmaları bir amaç için, bir savaş uğruna.. Sokakta dolaşan ve herkesten tekme yemiş köpek….Bir parça ekmeğin derdinde….Denizin altında ağlardan kaçan balık, kendinden küçükleri arıyor sinsice…Uzatmaya gerek yok..Güneş doğar ve batar, mevsimler biz olsak ta, olmasakta hep olacaklar..Diyesim o ki,Boşverin kavgaları dostlar… Bir kuru ekmek, bir baş soğan, iki üç zeytin tanesi ve bolca huzur…Abartmaya gerek yok yani…
H.ÖZKAN

1 Ağustos 2013 Perşembe

KADIN DİLİYLE KADIN





Bütün kadınlar birbirlerini rakip olarak görürler.
Birbirlerini kıskanmaları için aynı meslekten olmalarıyla da menfaatlerinin çatışması falan şart değildir.
Ortalıkta kendilerinden başka kadınların da dolaşıyor olması, kıskanmaları için yeterli bir sebeptir.
Yolu kadınların görev yaptığı bir yere, örneğin bir banka şubesine düşen bir kadın, gördüğü muameleden bunu şıp diye anlayabilir.


 Bütün kadınların mutlaka koşulacak şartları vardır. 'seninle evlenirim ama...', 'dediğini yaparım ama...'
Nedense bütün aşk şiirleri, en duygulu şarkı sözleri hep erkekler tarafından yazılmıştır.

Çok duygulu oldukları söylenen kadınların bu sırada ne yaptıkları merak konusudur.
Bence kadınlar o sırada diğer kadınları incelemekle meşguldürler. 'ne giymiş, ne takmış, benden güzel mi? Vs Erkekler (eğer ruh hastası değillerse) eşlerini çok yakın arkadaşlarından, akrabalarından, yani olur olmaz herkesten kıskanmazlar.
Oysa kadınlar, hiç ayrım yapmaksızın, ömür boyunca, istisnasız her dişiden kıskanırlar kocalarını.
Kendisinden 30 yaş büyük bir kadınla, sırf parası için evlenen pek az erkek vardır. Buna karşılık etraf, babası, hatta dedesi yaşında, ama mutlaka zengin erkeklere aşık olan (!) kadınlarla doludur.
Hiçbir kadın çalıştığı yerde üstünün kadın olmasını istemez. Vallahi bunu ben söylemiyorum, anketler öyle diyor.
Erkekler kadınlardan ilgi, şefkat, sevgi dışında pek bir şey beklemezler.

Kadınlara bunlar asla yetmez, ilave olarak iki bilezik, bir yüzük gerekir çoğu zaman.

Gelin-kaynana çekişmesinin fıkralara geçtiği ilkemizde hiç damat-kayınpeder çekişmesine tanık oldunuz mu?
'Elti gemisi yürümez' diye bir söz vardır da neden bacanaklar için söylenmiş benzer bir laf yoktur?
Evli kadınla ilişkiye giren çok az erkek vardır.
Buna karşılık evli erkekle hiç düşünmeden ilişkiye giren kadın sayısı benim bildiğim, gördüğüm, duyduğum kadarıyla bir hayli kabarıktır.
Erkekler bir araya geldiklerinde işten, politikadan, futboldan bahsederler genellikle.
Kadınlar bir araya geldiğinde ise vay o anda orada olmayan diğer kadınların haline!


 Eşlerinden, 'yorgunum', 'Başım ağrıyor' bahanesiyle mümkün olduğunca kaçan kadınlar,
ortaya ikinci bir kadın çıktığı zaman aniden kocalarını çok sevdiklerini (!) fark ederler.
Kocası tarafından aldatılan kadınlar genellikle boşanmak yerine, bir çocuk daha yapmayı tercih ederler.
Tersi durumda ise erkekler kadınlar kadar akıllı olmadıkları için bunu gurur meselesi yapar ve kadını hemen boşamaya kalkarlar.


 Kadınlar evde akşama kadar istedikleri gibi yaşarlar. Ne karışanları ne de görüşenleri vardır.
Erkeklerin akşamdan akşama geldikleri evlerinde pek de özgür oldukları söylenemez.
Kendilerine durmadan oraya oturmaması, sigarasının külüne dikkat etmesi, ayakkabısını çıkarması hatırlatılır.

Kadınlar akşama kadar kocalarının bilgisi dışında istedikleri arkadaşlarını misafir ederler.
Oysa hiçbir erkek karısından izin almadan eve bir erkek arkadaşını getiremez.
Hatta izin alarak bile. Kadınlar her istediklerinde eşlerinden izin almadan annelerini ziyaret edebilirler.

Erkekler ne haberli, ne habersiz, yanlarında eşleri olmadan asla annelerine uğrayamazlar.

Kadınlar bütün ilişkilerinde hesap kitap içindedirler.


 Asla şeffaf değildirler. Hoşlanırlar, hoşlanmaz gibi davranırlar, isterler, istemez gibi yaparlar.

Eşleriyle sorunlarını çözmede bedenlerini silah olarak kullananlar bile vardır. Vücutlarını göstermeye bayılırlar.

Açık, dar, şeffaf, kısa giyerler. Sonra da 'neden bakıyorsunuz? diye sinirlenirler.

Aslında amaçları baktırmaktır, ama bunu asla kabul etmezler.
Özgürlükten, rahatlıktan, medeniyetten falan söz ederler.
Nereden biliyorsun, derseniz ben de kadınım oradan biliyorum.


 NOT: istisnalar kaideyi bozmaz. (Bence de bunu okuyan bütün kadınlar kendini istisna olarak kabul edecektir.)



 Pakize SUDA

HERKES BAŞKA BİRİNİN ŞEYTANIDIR!



ELİNİZİ HİÇ KAĞIT KESTİ Mİ?



Bıçaktan ve tüm kesici aletlerden daha fazla acıttığını biliyor musunuz?
Günler süren bir sızı yaratır. Kabuk bağlamaz, geçmez, yani öldürmez ama süründürür

Pek çok kişinin hayatından, iz bırakan biri gelip geçmiştir. Duvara çarpmış gibi sersemletir.
Uzun süre kendine gelemezsin.
Üstünden kaç aşk gelip geçer, o bir türlü geçmez.
Sırası gelince herkes o vurgunu yer.
Kaçmak neredeyse imkansızdır!

“Hayatta bir kere mi aşık olunur?”
 Bu tartışma yıllardır sürer gider.
Kimine göre insan gerçek aşkla bir kere tanışır;
kimine göre aşk insanın karşısına pek çok defa çıkabilir.

O kısım bence aşka nasıl baktığınıza göre değişir ancak şu bir gerçek ki,
insan bir kere kalbin bekaretini bozacak darbeyi yer.

Genellikle 20-40 yaşları arasında bir yerde,
ömrünüzün sonuna kadar adını unutmayacağınız ve yüreğinizde kağıt kesiğine benzer bir acı bırakan şahısla karşılaşırsınız.
Suçiçeği veya kızamık geçirmek gibidir.
Tek fark, sizi aşı da kurtaramaz!

Öteki tarafta cehennem vardır ya da yoktur, orası inancınıza kalmış …
ama dünyada cehennemi yaşadığınız süreç, o şeytanla karşılaştığınız zamandır.
Hepimizin hayatında birinin parmak izi kalır.
Aradan kaç yıl geçerse geçsin, onun bıraktığı izler kolay kolay silinmez.

Şahit olduğum, dinlediğim ve yaşadığım pek çok hayat hikayesinde, bu durum dikkatimi çekmiştir.
Yaşadığımız hayat, uzun bir yolculuktur. Arabayla uçsuz bucaksız bir yolda ilerlediğinizi hayal edin.
Yolun bir yerinde karşınıza bir tabela çıkar.

Üstünde “ GERÇEK DÜNYAYA HOŞ GELDİNİZ!” yazıyordur.
Elbette o yazıyı görmezsiniz, siz o sırada tabelayı elinde tutan kişiye bakıyorsunuzdur!

Verdiğiniz bu moladan sonra, elinizde sarsılmış inançlarınız duruyordur.

O güne kadar bildiğiniz her şeyin yanlış olduğunu görürsünüz. Ve kalbin bekareti bozulmuştur!

Aşk, sevgi ve insanlar üzerine inandığınız bütün değerler, yerle bir olmuştur.

Sizin şeytan üstüne düşeni yapmış ve yüreğinizde iyileşmesi zor olan o yarayı açmıştır.

Ardından dökülen gözyaşları, beddualar, içilen yüzlerce sigara ve kadehler dolusu alkol; hiçbiri kısa zamanda toparlanmanızı sağlamaz.

Aradan yıllar geçer, siz yeniden seversiniz, belki evlenirsiniz, hayat devam eder. O kişiyi affedersiniz. Aklınızın ucundan bile geçmez üstelik!

AMA O KAĞIT KESİĞİ YOK MU?  Hiç ummadığınız yerlerde ortaya çıkar.
Bir filmin içinde bir sahnede, bir romanın ortasında, bir dostun başından geçen olayda, birden kendini hatırlatır.
Yüreğinizdeki sızıyı hissedersiniz.

Bu acıyı yaşamayan yürekler kolay kolay büyümez.
Hayat karnesinin önemli derslerinden biri olan
Şeytan ile karşılaşma, diploma alabilmenizin gerekliliğidir.

Ancak şunu unutmayın!
Farkında olun ya da olmayın,
siz de başka birinin hayat yolculuğunda
elinizde bu tabelayı mutlaka tutarsınız:

“GERÇEK DÜNYAYA HOŞ GELDİNİZ!”

--
Herkes Gülüşümü Görüyor

Kimse savaşımı görmüyor.

Herkes sesimi duyuyor

Düşündügümü kimse bilmiyor.

Herkes yazdiklarimi okuyor

Gözyaşlarimi kimse görmüyor.

Herkes beni tanidigini saniyor

Ama kimse benim kim oldugumu bilmiyor.....


\\*GÜLÜMSE*//
                                                                    H.OZKAN

31 Temmuz 2013 Çarşamba

OKUNASI BİR ÖYKÜ




YAŞAMA GÜVEN İÇİNDE 
SARILMAK


Zamanın birinde, eski Çin’de yaşlı bir Feng Shui üstadı yaşarmış. Şehir dışında, elinde Lo P’an pusulası, hassas ölçümler yaparmış. Ölülerin gömülmesi için en uygun araziyi bulmakta onun üstüne kimse yokmuş. Günün birinde, sıcak bir yaz günü, yine bir ailenin ölen yakını için ölçümler yapıyormuş. Sıcaktan bunalmış, terlemiş. Yakınlarda bir viranede yaşayan fakir mi fakir bir aile varmış. Ailenin yanına gitmiş ve çocukların annesinden kendisine su vermesini rica etmiş. Kadın yaşlı adama bakmış ve buz gibi suyu doldurduğu tası ihtiyara vermeden önce içine yerdeki tahıllardan alarak serpiştirivermiş. Yaşlı adam suyu içerken kadının bu hareketine çok kızmış. Kendisine hakaret edildiğini düşünmüş ve intikam almak için bir plan yapmış. Ölçümlerini yapıp işini bitirdikten sonra fakir aileyi ziyarete gitmiş. Aile üstadı görmekten çok memnun, kendilerine daha rahat bir yaşam sürebilmelerini sağlayacak, uygun bir arazi göstermesini rica etmiş. Yaşlı üstat da aile için hiç uygun olmayan ve kendilerine şanssızlık getirecek bir araziyi göstererek; buraya yerleşmelerini, bu tepenin tüm yaşamlarını olumlu yönde değiştireceğini ve zengin olacaklarını söyleyerek oradan ayrılmış. Aile sevinç içinde yaşlı üstadın söylediği araziye yerleşme kararı almış. Aradan yıllar geçmiş, aynı yaşlı adamın yolu yine aynı yere düşmüş. Yıllar önce karşılaştığı aileyi hatırlamış ve ne durumda olduklarını merak etmiş. Oraya vardığında, gördüklerine inanamamış. Kocaman bir ev, mutlu insanlar… Yakınlaştığında ihtiyarı tanımışlar ve sevinçle kendisine doğru koşmaya başlamışlar. İçeriye buyur edip, izzet ikramda bulunmuşlar. Üstat hiçbir şey anlayamamış. Ve anlatmaya başlamış. “Ben” demiş. “Bana üstüne tahıl saçılmış su verdiğiniz için o kadar kızmıştım ki, bu küstahlığınızı cezalandırmaya karar vermiştim. Ve size bu bölgede en uygun olmayan, en şanssız araziyi gösterdim. Ama şimdi bakıyorum. Siz hiç etkilenmemişsiniz. Tam tersine, keyfinize diyecek yok! Bunca yıldır böyle şey görmedim!” Çocukların annesi şaşkınlıkla cevap vermiş: “Üstadım, hiç hakaret olur mu? Benim niyetim bambaşkaydı. Siz öylesine yorgun ve terliydiniz ki, eğer o buz gibi suyu bir dikişte içseydiniz hasta olacaktınız. Ben tahılları suya serperek sizin onları ayıklanarak oyalanacağınızı ve yavaş yavaş içerken hasta olmaktan kurtulacağınızı düşündüm. Eve gelince… Biz bu arazinin bize uygun olduğuna yaşamlarımıza güzellikleri getireceğine o kadar inandık ki! Şimdi anlıyorum ki insanların yaşama güven içinde sarılmaları aslında en büyük şans ve uğurmuş!”


21 Temmuz 2013 Pazar

ELMA (KADIN) VE ŞARAP(ERKEK)



KADINLAR AĞAÇTAKİ ELMA GİBİDİR.
EN İYİLERİ EN ÜST DALLARDA BULUNUR.
ERKEKLERİN COĞU DÜŞÜP İNCİNMEKTEN KORKTUKLARI İÇİN ÜST DALLARA UZANMAK
İSTEMEZLER.

ONUN YERİNE YERE DÜŞMÜŞ ÇÜRÜKLERİ TOPLARLAR ÇÜNKÜ ONLARI ELDE ETMEK DAHA
KOLAYDIR.
YUKARIDAKİ ELMALAR İSE KENDİLERİNDE ARARLAR SUÇU VE SORARLAR KENDİLERİNE
'NEREDE HATA YAPIYORUM' DİYE.
ASLINDA GERÇEKTEN HATASIZ VE MUHTEŞEMLERDİR.
SADECE DOĞRU ERKEĞİN ORTAYA ÇIKIP CESARETİNİ VE YÜREĞİNİ TOPARLAYIP O ÜST
DALLARA ULAŞMASIDIR BÜTÜN OLAY.BU


LÜTFEN BU GERCEĞİ İYİ ELMA OLAN BÜTÜN KADINLARLA PAYLAŞIN. (DALINDAN TOPLANMIŞ OLSALAR BİLE)
                                               
ERKEKLER İSE ...

İYİ BİRER ŞARAP GİBİDİR.
KORUK OLARAK BAŞLARLAR, MAYHOŞ VE TATSIZ...
KADINLAR TARAFINDAN CANLARI ÇIKANA KADAR ÇİĞNENDİKTEN SONRA ANCAK BİR YEMEĞİN YANINDA GİDECEK KADAR TATLANIRLAR...

H.OZKAN

AŞIRI ŞÜPHECİLİĞİN KİŞİYE ZARARLARI TEDAVİSİ



Giderek artış gösteren
AŞIRI ŞÜPHECİLİK…
- ilişki sorunlarına neden olup
- kişiyi yalnızlaştırıyor.
- Kişiyi nefes alamaz hale getiren…
- sosyal yaşamı dağıtan

AFFETMEK KENDİMİZE İYİLİKTİR



Bir gün bir grup insan nasıl daha iyi yaşayabilecekleri, mutlu olabilecekleri konusunda akıl almak için bir bilgeye giderler

          bilge bu konuda onlara yardım etmeyi kabul eder ama bir şartı vardır;

          bundan sonra ne dersem yapacağınıza söz vermeniz gerekecek der ve ekler :
 yarın hepiniz bir çuval ve beşer kilo patates  getireceksiniz !
      kimse bu işten bir şey anlamamıştır.
      yine de ertesi gün çuval ve patateslerle bilgenin önüne çıkarlar. bilge kendisine meraklı gözlerle bakan topluluğa :

       ŞİMDİ BUGÜNE DEK AFFETMEYİ RET ETTİĞİNİZ, KIZGIN, KIRGIN OLDUĞUNUZ HER KİŞİ VE OLAY İÇİN BİR PATATES ALIN,

        O OLAYI, YADA KİŞİNİN ADINI BİR PATATESE YAZIP ÇUVALA KOYUN  DER.

       BAZILARI ÇUVALA ÜÇER BEŞER PATATES KOYARKEN BAZILARININ ÇUVALI NEREDEYSE DOLMUŞTUR.
       BİLGE KENDİSİNE PEKİ ŞİMDİ NE OLACAK DERCESİNE BAKAN İNSANLARA İKİNCİ AÇIKLAMAYI YAPAR.
BİR HAFTA BOYUNCA NEREYE GİDERSENİZ GİDİN, BU ÇUVALLARI YANINIZDA TAŞIYACAKSINIZ, YATTIĞINIZ YATAKTA, BİNDİĞİNİZ OTOBÜSTE, HER YERDE HEP YANINIZDA OLACAKLAR.
       ARADAN BİR HAFTA GEÇER, BİLGE GELİR GELMEZ, İNSANLAR ŞİKAYETE BAŞLAR :
 BU KADAR AĞIR ÇUVALLARI HER YERE TAŞIMAK ÇOK ZOR. PATATESLER KOKMAYA BAŞLADI. VALLAHİ İNSANLAR TUHAF GÖZLE BAKIYORLAR BİZE ARTIK. HEM SIKILDIK HEM YORULDUK,
      BİLGE GÜLÜMSER  VE ŞU DERSİ VERİR, GÖRÜYORSUNUZ., AFFETMEYEREK, NEGATİF DUYGULARI İÇİMİZDE TUTARAK ASIL KENDİMİZİ CEZALANDIRIYORUZ.
KENDİMİZİ RUHUMUZDA AĞIR YÜKLER TAŞIMAYA MAHKUM EDİYORUZ.
BAĞIŞLAMAYI ,KIZGINLIKLARIMIZDAN VE ÖFKEMİZDEN VAZGEÇMEYİ KARŞIMIZDAKİNE BİR İHSAN OLARAK DÜŞÜNÜYORUZ,
OYSA;

AFFETMEK EN BAŞTA KENDİMİZE YAPTIĞIMIZ BİR İYİLİKTİR !
H.OZKAN

BARDAGI BU GÜN YERE BIRAKIN



Profesör elinde içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı
Herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ve ardından sordu :
'Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?'
'50gm!' .... '100gm!' .....'125gm' ..diye öğrenceiler yanıtladı.
'Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem,' dedi profesör, 'ama, benim sorum şu ki :
 Bu bardağı böyle birkaç dkikalığına tutsaydım ne olurdu?'  'Hiçbirşey';..diye yanıtladı öğrenciler 
Tamam peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?' diye sordu profesör
bu kez;  Kolunuz ağrımaya başlardı efendim' diye öğrencilerden biri yanıtladı 
'Haklısın, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam ne olurdu?'  'Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı & batar vs gibi sorunlar  yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!'  ;
.. tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler  'Çok iyi.  Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur  muydu?'  Diye sordu profesör.
'Hayır';. Diye yanıtladı herkes  'Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?'
Öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar.
'Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu duruma?'diye   tekrar profesör sorar  'Bardağı bırakın düşsün!' diye öğrencilerden biri yanıt verir  'Kesinlikle!' der profesör. 
Hayatın problemleri de böyle birşeydir.
Onları kafanda birkaç dakika tutarsın & Bir sorun yokmuş gibi  görünür.
 
Uzun bir süre düşünürsün & Başınız ağrımaya başlar Daha uzun düşünün & Artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana  neden olur. 
Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir,
 Fakat DAHA ÖNEMLİSİ onları her günün sonunda, uyumadan önce yere  bırakmaktır (bardak gibi).

Bu şekilde strese girmez, ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve  her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek   güçte olursunuz! 
'
BARDAĞI YERE BIRAKIN BUGÜN!'
H.OZKAN

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Erkek ilişkisinde sorunlar olduğunda ne yapar?

 Aşık erkek annede teselli arıyor

Almanya'daki bir araştırmaya göre her on erkekten biri ilişkisinde sorunlar olduğunda annesinde teselli arıyor.
Araştırmalar, erkeklerin ilişkileri hakkında konuşmak istemediği yönündeki genel kanıyı haklı çıkarıyor. Alman tanışma sitesi ElitePartner'in bir araştırmasında, her iki erkekten birinin aşk acısını ya da ilişki sorunlarını