Düşüncelerim yine çok gürültülüydü. Saat gece yarısını geçmiş, sokak susmuş, ev susmuş, ben susmamıştım. Kafamın içinde bir pazar kurulmuştu: geçmişin pazarcıları bağırıyor, geleceğin simsarları fiyat kırıyor, “ben” dediğim şey ise tezgâhın altında eziliyordu. Ne alsam kardı saymıyordum; ne alsam borç yazıyordu.
Sonra bir an geldi, çok kısa bir an, sanki zamanın içinde küçük bir çatlak açıldı. O çatlaktan bir ses duyuldu; benim sesim değildi, düşüncelerimin de değildi. Sadece bir hatırlatma gibiydi:“Sen burada değilsin.”İçimde bir şey durdu. Durur durmaz da fark ettim: Bütün bu kalabalık, bir avuç kemik ve etin içinde dönüp duruyordu. Evrenin milyarlarca galaksisi, birkaç santimetreküplük gri maddede sıkış tepiş yaşıyordu. Ve ben, o sıkış tepişin içinde kendimi arıyordum.Güldüm. Sessizce, dudaklarımı bile oynatmadan güldüm. Çünkü gülünce anladım: Aradığım şey, arayanın ta kendisiydi.Kalktım. Ayaklarım çıplaktı, yer soğuktu; bu bile yeterdi. Mutfak yolunda her adım, zihnimi bir santim geriye itti. Musluğu açtım. Su akarken ses çıkardı; gerçek bir ses. Düşüncelerim o sesin yanında birden çocuk gibi kaldı. Bardağı doldurdum. Elime aldım. Soğuktu. İçtim.Bir yudum.
İkinci yudum.
Üçüncü yudumda kafamın içindeki pazar kapandı.Bardağı tezgâha bıraktım. Boştu artık.
Ben de öyleydim; ilk kez, gerçekten boş.O anda anladım ki çıkış, büyük bir kapı değilmiş.
Ne meditasyon, ne inziva, ne büyük bir aydınlanma.
Sadece bir bardak su ve üç yudum cesaret.Zihnimden çıkmak için evreni dolaşmama gerek yokmuş.
Evren zaten bir bardak sudaydı.
Ben de onun içinde bir damlaydım;
ama artık damlanın içinde değildim.Teşekkür ettim.
Bardağa, suya, geceye, soğuk yere, üç yuduma.
Sonra usulca fısıldadım:“Bu da geçti.
Ve ben hâlâ buradayım.”Gülümsedim.
Bu kez yüksek sesle.
Sonra bir an geldi, çok kısa bir an, sanki zamanın içinde küçük bir çatlak açıldı. O çatlaktan bir ses duyuldu; benim sesim değildi, düşüncelerimin de değildi. Sadece bir hatırlatma gibiydi:“Sen burada değilsin.”İçimde bir şey durdu. Durur durmaz da fark ettim: Bütün bu kalabalık, bir avuç kemik ve etin içinde dönüp duruyordu. Evrenin milyarlarca galaksisi, birkaç santimetreküplük gri maddede sıkış tepiş yaşıyordu. Ve ben, o sıkış tepişin içinde kendimi arıyordum.Güldüm. Sessizce, dudaklarımı bile oynatmadan güldüm. Çünkü gülünce anladım: Aradığım şey, arayanın ta kendisiydi.Kalktım. Ayaklarım çıplaktı, yer soğuktu; bu bile yeterdi. Mutfak yolunda her adım, zihnimi bir santim geriye itti. Musluğu açtım. Su akarken ses çıkardı; gerçek bir ses. Düşüncelerim o sesin yanında birden çocuk gibi kaldı. Bardağı doldurdum. Elime aldım. Soğuktu. İçtim.Bir yudum.
İkinci yudum.
Üçüncü yudumda kafamın içindeki pazar kapandı.Bardağı tezgâha bıraktım. Boştu artık.
Ben de öyleydim; ilk kez, gerçekten boş.O anda anladım ki çıkış, büyük bir kapı değilmiş.
Ne meditasyon, ne inziva, ne büyük bir aydınlanma.
Sadece bir bardak su ve üç yudum cesaret.Zihnimden çıkmak için evreni dolaşmama gerek yokmuş.
Evren zaten bir bardak sudaydı.
Ben de onun içinde bir damlaydım;
ama artık damlanın içinde değildim.Teşekkür ettim.
Bardağa, suya, geceye, soğuk yere, üç yuduma.
Sonra usulca fısıldadım:“Bu da geçti.
Ve ben hâlâ buradayım.”Gülümsedim.
Bu kez yüksek sesle.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Güzel Sözler - Özlü Sözler - Anlamlı Sözler - Deneme Yazıları Makale