İnsanı “homo politicus”, “homo economicus”tan başlayarak andığım tanıma kadar, anlama ve çözümlemede, en ayrıksı olanın bu tanımlama olduğu kesin. Çünkü bütün öteki tanımlar, insanın doğasından kaynaklanan bir özelliğini temel alan tanımlamalar değil, doğrudan doğruya insanın kültürleşmesi ile edindiği özelliklerine vurgu yapan tanımlamalardır. İnsan kültürleşerek politikleşir, insanın önüne “ekonomicus” sıfatının gelmesi ise bilindiği gibi çok daha sonradır. Doğrudan doğruya kapitalizmin insana eklediği bir tanımdır ya da ne zaman ben bir yerlerde bu tanımın kullanıldığını görsem, duysam göndermenin buraya yapıldığını düşünürüm.
“İnsan gülen canlı”dır evet. Ayrıksılığı biraz da insanı tanımlama çabaları içinde onun doğasına yaptığı vurguyla ayrılıyor demiştim. Peki öyle mi gerçekten? Gülmek öğrenilen bir şey değil midir? Aslında öne çıkarılan hep insanın “daha doğarken” ağladığıdır. Öyleyse zaten “mutluluk” yoktur. Yoksulsak, üzüm gibi sıkılıyorsak, sevgilimiz bizi terk ettiyse, aşk bizim için o asude bahar ülkesine dönmüşse, “zaten doğarken ağladığımızdandır”. İnsanın “ağlamak”la ilişkisi bu kadar derine iniyor gibi geliyor ilk anda ama değil. Bir beşiğin başında durup pembe yüzlü bebeğin acaba gülecek mi diye beklemek, bebeğin acaba ağlayacak mı diye korkmamızdan daha heyecan verici bir eylem değil midir? Öyledir. Biz gülmesini beklerken içimizde taşıdığımız umut biraz da onun yarınlarına dair değil midir? Ama yok, siz “onun doğarken ağladığı”nda ısrarlı mısınız? O zaman onun gülmesini beklerken içinizi dinleyin ve onun yarınlarından ne kadar umutlu olduğunu düşünün.
Akıyor zaman. Ama zamanın içinde insan kültürleşerek evrilir. Bebek zamanın içinde ağlayarak ve gülerek büyür. İlk bebek gülümsemesinin ardından belki on yıl geçmiş. Bebeğimiz on yaşında. Acaba bebeğimiz aynı o ilk andaki gibi mi gülüyor diye bir karşılaştırma yapsak gülmediğini de görmüşüzdür. Yüzü değişmiştir zamanla, yüzüyle birlikte kültürü de. Ama on yaşındaki bir çocuk gibi gülecektir yine de.
Nasıl güler on yaşında bir çocuk? Bugün bir milyon anne, Türkiye’de çocuklarının karnını doyuramıyor. Anne nasıl bekledi beşiğinin başında onun ilk gülümsemesini. Umutla… Yine de gülüyor çocuklar, Türkiye’de, Irak’ta, Afganistan’da küçücük bir şeytan uçurtmasına. Gülüşün ağlamanın karşında devrimci bir yanının olduğunu düşünmüşümdür. Gülmenin umutla kurduğu bu doğal ve zorlamasız ilişkiye bakarak.
Bir on yıl daha büyümüştür bebeğimiz. Yirmi yıl geçmiş aradan. İlk bebek gülümsemesinden yirmi, on yaşındaki gülümsemesinin ardından on yıl… Artık yüzüne oturmuştur ölünceye dek çıkmayacak sureti. İlk traş olunmuştur bir iki yıl önce… Bakışlar keskinleşmiştir yirmi yaşın ilk baharıyla. Gülümsemesi daha bir farklıdır bebeğimizin. Nasıl güler yirmi yaşında bir delikanlı? Ciğerlerini ve ağzını doldura doldura bir kahkaha koyvermeyi nerde öğrenmiştir böyle? Şaşar kalırsınız. Zaman gelip oturmuştur gülümsemesine. Utangaçca gülmeyi de öğrenmiştir, pervasızca da, anlatılan açık saçık bir fıkraya. Aşk bu gülüşlerin içinden göstermiştir başını. Yirmi yaşında, aşık bir delikanlı nasıl gülecektir sizce? Sevimli, kaygılı, bir nilüferin bir derenin üstünde salınışı gibi salınır yüzünde gülümseyişi.
Yirminin üzerinden bir on yıl daha geçmiştir. Onun yüzündeki gülümseyişlerin zamanla değişmesinin tonlarını yakalamaya çalışırken, o da sizin gülümsemenizi izlemeye başlamıştır çoktan. Annem on yıl önce böyle güler miydi diye geçirmeye başlamıştır içinden. Zamanı daha soyut düzlemde izleyebilme yeteneği en uç noktaya çıkmıştır artık. Kırık bir gülümsemenin ardındaki gölgeyi öyle hızla okumaya başlamıştır ki yüzünüzde. Birbirinize gülerek baktığınızda ince bir kadife kırışmıştır sanki aranızda. Onun bebeğinin beşiğinin başında ilk gülümsemesini gördüğünüzde anımsarsınız kendi bekleyişinizi. Umut zamana yağan yağmur damlaları gibi ıslatır ikinizin de yüreğini. Sıcacık, buram buram umut bebeğin gelecekteki gülümsemelerine dairdir. Beklenti gülüşün beklentisi olunca umut daha mı kavurucu oluyor ne? Ne olursa olsun gülüşle umut arasındaki ilişkiye zaman da eklenince kültür dediğimiz, kültürleşme dediğimiz o engin pencere açılıyor önümüzde…
Kırk, elli, altmış… Zamanın yüzümüze daha acımasız yansıdığı zamanlardan geçmeye başlamıştır bebeğimiz. Siz artık onu izleyemiyorsunuz. O sizin yerinizi aldığı günden beri bebeğinin yüzündeki gülümseyişleri izliyor. Gülümsemesi onun artık bir kelebek şarkısına dönüşmüş. Her anda ve her şeyde anımsayıverdiği yaşam parçaları kırıveriyor gülümsemesini orta yerinden. Güneş daha bir farklı yansıyor gülümsemesine, yağmur daha farklı.
Şöyle bir düşündüğünün kaç insan kalmış belleğinizde sadece gülümsemesiyle kalan. Bu yazıyı okuduktan sonra bir bir saymaya çalışın bakalım. O insanların aynı zamanda size umutlar aşılayan insanlar da olduğunu göreceksiniz hayretle. Onları hep bir umut duygusuyla birlikte anımsadığınız da ayrımsayacaksınız. Gülüş bağlar insanı hayata. Hem umutla kurduğu bu ilişki sayesinde devrimci bir bağlanış da barındırır içinde. Ve düşünün gerçek devrimciler neden hep bu kadar güzel güler.
Ve bir gülüş yazısına Mona Liza’lı bir son yakışır elbette. Kırılgan, ipeksi ve tıpkı bir nilüferin derenin yüzeyinde kayıp gitmesi gibi geçip giden gülüşlerimize, umuda yakışır bir sondur Mona Liza. Onun gülümsemesinde zaman donmamıştır, yanılmayın. Gülüş ve zaman, umudu da katarak aralarına, tarihimize ve geleceğimize ilişkin en güzel sözleri söyler gibidir.
Güzel Sözler - Özlü Sözler - Anlamlı Sözler - Deneme Yazıları Makale
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Güzel Sözler - Özlü Sözler - Anlamlı Sözler - Deneme Yazıları Makale