İzleyiciler

13 Eylül 2011 Salı

Dünyanın En Meşhur Mektupları

 Üç satır belki iki kelime. Ne hissediyorlardı? Nasıl bir dünyaya aitti zihinleri ? Yakın bildikleri, sevip sığındıkları kim varsa içlerini döktüler. Kederden tebessüme yolculukları son sürat.. Napolyon, Kafka, Dostoyevski, Cemal Süreya, Atatürk, Einstein ve diğerleri… Barbuni dünyanın en meşhur mektuplarını derledi.


Dünyanın en meşhur mektupları


Üç satır belki iki kelime. Ne hissediyorlardı? Nasıl bir dünyaya aitti zihinleri? Yakın bildikleri, sevip sığındıkları kim varsa içlerini döktüler. Kederden tebessüme yolculukları son sürat.. Napolyon, Kafka, Dostoyevski, Cemal Süreya, Atatürk, Einstein ve diğerleri… Barbuni dünyanın en meşhur mektuplarını derledi.

Kafka ‘dan Milena’ya

"Benim için dünya binlerce “belki” ile dolu... Dürüst bir insanım Milena. Esaretin izin verdiği kadar dürüst. Bir şeklimle herkese benzemeyen farklı bir yön var bende. Huzur içinde bir dakika bile çok görülmüştür bana. Herşeyi savaşarak kazanmak mecburiyetindeyim. Sadece geleceğimi değil geçmişimi de kendim yaratmak zorundayım. Dünya sağa dönüyorsa bu ritme uymak için benim sola dönmem gerekiyor. Palto giymeye üşenirken bu koca dünyayı sırtımda nasıl taşırım ben?. "

"içinde bulunduğum durumu kimseye anlatamam.. sen de anlamazsın.. ben bile anlayamıyorum ki, başkalarına nasıl anlatırırım! "

Arthur Rimbaud-Paul Verlaine

Londra, Cuma öğleden sonra

4 Temmuz 1873

Dön, dön artık, biricik dost, dön. Artık iyi ve kibar olacağıma söz veriyorum. Sana karşı soğuk davranmam inatla sürdürdüğüm bir şakaydı; bin pişmanım şimdi buna. Geri dönersen unutulup gider. Bu şakaya inanmış olman ne acı! İki gündür durmadan ağlıyorum. Geri dön. Biraz yüreklilik göster, sevgili dostum. Henüz hiçbir şey yitirilmiş değil; yapacağın şey yalnızca bir dönüş yolculuğu. Burada yine yüreklilikle, sabırla yaşarız. Yalvarıyorum sana. Hem daha çok senin iyiliğine olacak bu. Geri dön, bütün eşyanı yerli yerinde bulacaksın. Umarım ki tartışmamızda ciddi bir neden olmadığını sen de anlamışsındır şimdi artık. Ne korkunç andı o! Peki ama, gemiyi terk etmeni işaret ettiğimde sen niye gelmedin? Bu noktaya varmak için mi iki yıl birlikte yaşadık? Ne yapacaksın şimdi? Buraya gelmek istemiyorsan, senin bulunduğun yere geleyim mi?

Evet, haksız olan benim.
Beni unutmayacaksın, değil mi?
Hayır, unutamazsın sen beni.
Ben seni hep yüreğimde taşıyorum.
Dostunu yanıtsız bırakma: birlikte yaşayamayacak mıyız artık?
Biraz yürekli ol. Hemen yaz bana.
Daha uzun süre kalamayacağım burada.
Yüreğinin sesinden başka şey dinleme.
Yanına geleyim mi? Hemen bildir bana.
Tüm yaşam boyu sana bağlı kalacağım.

Hemen yanıtla beni. Burada en çok pazartesi akşamına dek kalacağım. Üzerimde henüz bir peni bile yok; elimdeki tüm parayı postaya veremem. Kitaplarını ve müsveddelerini Vermersch’e bıraktım.
Seni bir daha göremezsem, ya denizci olacağım ya asker.

Arthur Rimbaud

Fyodor Dostoyevski’den babasına

10 Mayıs, 1838

Benim aziz ve iyi Babam,
Oğlunun senden harçlık istemesi için sana başvurmasını bir fazlalık olarak kabul edebiliyor musun? Tanrı tanığım olsun ki, bu ne kişisel ihtiyaçlarım, ne de imkânsızlıkların sonucu. Herhangi bir şekilde seni nasıl soyabilirim? Onları sıkacağını bildiğim halde, kendi et ve kanıma bana bir iyilik etmelerini rica etmenin ne kadar buruk bir tadı var. Kendi kafam ve ellerim var. Özgür ve bağımsızım. Aslında senden bir kopek bile, istememem gerekir. Kendimi acı fakirliğime gömmem gerek. Ölüm yatağımdan bana destek olmanı istemekten utanmam gerek aslında. Olaylara bakacak olursan seni ancak gelecekle teselli edebilirim. Gelecek ki artık uzaklarda değil ve zaman seni gerçekleriyle ikna edecek.

Şu anda kelimenin tam mânâsı ile beni anlaman için sana yalvarıyorum sevgili babacığım. Hizmet etmekteyim, istesem de istemesem de en yakın çevremin zorunluluklarına uymam gerekiyor. Neden bir istisna olayım? Böylesine istisnai davranışlar genellikle en büyük hoşnutsuzluklardan doğmaktadır. Bunu şimdiden anlamış olman lâzım sevgili babacığım. Bunun için de insanlara gerektiği kadar karışmış durumdasın. Ve bundan dolayı lütfen söyleyeceğim şeylere önem ver: Askerî Akademinin her öğrencisinin, kamp hayatı en azından kırk Ruble’ye ihtiyaç gösteriyor. (Bunu babam olduğunuz için yazıyorum. ) Bu kırk Ruble’ye çay, şeker ve saire gibi ihtiyaçlar dahil değil. Rahatım için değil, ama en zaruri ihtiyaçlarım için bunlara sahip olmam gerekiyor. Yağmurda ve rutubette bezden bir çadırda yatmak gerektiği zaman, hele insan, böyle bir havada eğitimden üşümüş ve yorgun dönerse, bir bardak çaya ihtiyacı olacak kadar hasta olabilir ki, bu son yıllarda sık sık tecrübe ile başımdan geçmiştir. Senin sıkıntılarını da gözönünde tuttuğumdan ötürü, çay ve diğer şeylerden vazgeçip, senden sadece en zaruri ihtiyacım olan 16 Ruble’yi istiyorum. «İki çift adi postal için. » Tekrar ediyorum, kitaplar yazı malzemeleri, kâğıtlarım, çorap ve ayakkabılarım gibi eşyalarımı bir yerde muhafaza etmem gerekiyor. Bunun için bir sandığa ihtiyacını var. Zira kampta çadırdan başka hiç bir barınak yok. Yataklarımız kılıfsız üzerine çarşaf örtülmüş samandır. Şimdi sana soruyorum, sandığım olmazsa, nerede saklayabilirim eşyalarımı? Şunu bilmen gerekir ki, benim bir sandığımın olup olmaması Hazineyi ırgalamıyor. İmtihanlar yakında biteceği için artık kitaba ihtiyacım olmayacak. Bundan böyle giyimimle ilgilenecekleri için ayakkabı vesaire istemek zorunda kalmayacağım. Oysa boş vakitlerimi kitapsız nasıl geçirebilirim? Bize verilen postallar öylesine kötü ki, üç çifti, şehirde bile giyilecek olsa, altı aydan fazla dayanmıyor. (Burada gerekli ihtiyaçların bir listesi var. )
Son para havalenden 15 Ruble ayırdım. İşte görüyorsun sevgili Babacığım, en azından 25 Rubleye daha ihtiyacım var. Haziran başında kamp bitiyor. Eğer oğlunun bu acı ihtiyaçlarına destek olmak istiyorsan, Haziran’ın başında ona bu parayı gönder. Bu dileğimde ısrar etmeye cesaret edemiyorum: Fazla bir şey istediğim yok ama şükranım sınırsız olacaktır.
Fyodor

Che Guevara'dan Fidel Castro'ya
Fidel,

Dünyanın başka ülkeleri benim mütevazı çabalarımın yardımını istiyor. Ben senin Küba'ya olan sorumluluğunun sana imkan vermediği şeyi yapabilirim. Ayrılmamızın zamanı geldi.
Bunu acı ve sevincin karışımıyla yaptığım bilinsin; burada benim kurucu umutlarımın en safını ve sevdiklerim arasında en sevgili olanı bırakıyorum ve beni evladı gibi kabul eden bir halkı bırakıyorum. Bu, benim ruhumdan bir parça koparmaktır. Yeni savaş alanlarında bana vermiş olduğun inancı, halkımın devrimci ruhunu, görevlerin en kutsalı olan nerde olursa olsun emperyalizme karşı mücadele etme görevini yerine getirme duygusunu taşıyacağım.
Başka gökler altında son saatim geldiğinde benim son düşüncem bu halk ve özellikle sen olacaksın. Öğrettiklerin için ve eylemlerimin en son sonuçlarına dek sadık olmaya çalışacağım, örneğin için sana teşekkür ettiğimi, Devrimimizin dış politikası ile her zaman özdeşleştiğimi ve buna devam edeceğimi, sonumun geldiği herhangi bir yerde Kübalı devrimci olmanın sorumluluğunu duyacağımı ve öyle davranacağımı, çocuklarıma ve karıma maddi hiçbir şey bırakmadığımı ve bundan üzüntü duymadığımı, aksine sevindiğimi, onlar için hiçbir şey istemediğimi çünkü devletin onlara yaşama ve eğitim görmeleri için gereken her şeyi vereceğini biliyorum.
Her zaman zafere kadar!
Ya Devrim ya ölüm!

Ernesto Che Guevara


Albert Einstein’dan Atatürk’e

Ekselansları Atatürk

OSE Dünya Birliği’nin şeref başkanı olarak, Almanya’dan 40 profesörle doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarına Türkiye’de devam etmelerine müsaade vermeniz için başvuruda bulunmayı ekselanslarından rica ediyorum. Sözü edilen kişiler, Almanya’da halen yürürlükte olan yasalar nedeni ile mesleklerini icra edememektedirler. Çoğu geniş tecrübe, bilgi ve ilmi liyakat sahibi bulunan bu kişiler, yeni bir ülkede yaşadıkları takdirde son derece faydalı olacaklarını ispat edebilirler. Ekselanslarından ülkenizde yerleşmeleri ve çalışmalarına devam etmeleri için izin vermeniz konusunda başvuruda bulunduğumuz tecrübe sahibi uzman ve seçkin akademisyen olan bu 40 kişi, birliğimize yapılan çok sayıda müracaat arasından seçilmişlerdir. Bu ilim adamları, hükümetinizin talimatları doğrultusunda kurumlarınızın herhangi birinde bir yıl boyunca hiçbir karşılık beklemeden çalışmayı arzu etmektedirler. Bu başvuruya destek vermek maksadıyla, hükümetinizin talebi kabul etmesi halinde sadece yüksek seviyede bir insani faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği ümidimi ifade etmek cüretini buluyorum
Ekselanslarının sadık hizmetkarı olmaktan şeref duyan

Prof. Albert Einstein



Napoléon Bonaparte'tan Joséphine'e

Seninle dopdolu olarak uyanıyorum. Yüzün ve dün akşamın o insanı sarhoş eden anısı duyularımı bir an bile rahat bırakmadı. Tatlı ve eşsiz Josephine, kalbimde ne garip etki yaratıyorsunuz siz! Kızıyor musunuz? Üzgün müsünüz? Kaygılı mısınız? Ruhum üzüntüden yorgun düştü ve dostunuz için artık huzur diye bir şey yok... Ama bana egemen olan o derin duyguya kendimi teslim ederek dudaklarınızdan, kalbinizden beni kavuran bir alevi çekip aldığımda benim için daha da fazlası söz konusu demek ki. Ah!. Yüzünüzün siz olmadığını asıl bu gece iyice fark ettim. Öğlende gidiyorsun, üç saat sonra göreceğim seni. Beklerken, mio dolce amor (benim tatlı sevgilim), bir milyon öpücüğü kabul et; ama sen bana öpücük verme sakın, çünkü kanımı kavuruyor öpücüklerin.

NB


Cemal Süreya'dan eşi Zuhal'e

12 Temmuz 1972

Zuhal'im, hayat!

Hayatımsın. Bunu bilmeni isterim. En önce bunu bilmeni. Bir de şeyi bilmeni isterim: benden yanlış yere, yok yere kuşkulanıyorsun. Sana hiçbir zaman hayınlık etmedim ben. Edemem. Kaç yıldır evliyiz, yan yanayız. Hâlâ başım dönüyor senlen, esrikim senlen, seviyorum seni. Her geçen gün daha büyük bir aşkla. N'olur, akkavakkızı, anla beni. Bu sevgimi hor görme. Kendininkine uydur, yakıştır. Bu satırları ilk evimizin altındaki kahvede yazıyorum. Ve ben seni o ilk günlerdekinden daha büyük bir tutkuyla seviyorum. Biz iki ayrı ırmak gibi ayrı yerlerden kopup geldik, kavuştuk bir noktada, yanıbaşımızdan küçük bir kol da alarak büyük bir nehir meydana getirdik; birlikte akıyoruz şimdi. Nicedir bu böyle. Hep de böyle olacak. Denize dökülene, ölene dek. Bizim için tek koşul mutluluk olabilir. Hiçbir şey bozamaz birliğimizi. "Üçüz, gözüz biz. " Sen de öyle düşünmüyor musun? Ne tuhaf, son bir iki ayda seni, benden biraz uzaklaştın, araya mesafeler, tedirginlikler sokuyorsun diye düşünürken, o sırada sen de aynı şeyleri düşünüyormuşsun. Bunlar aşkın halleri, aşkın zaman zaman kişinin önüne çıkardığı ezinçler, üzünçler herhalde. Bunu böyle yorumlamak gerekir. Bir de seviyorum seni. Tek dalımsın. Memo'yla birlikte, ama ondan da öncesin. Bunu böylece bilesin. Bilinmelidir bu.

Kahvenin önünden otomobiller geçiyor. Bir tane de at arabası. Seni düşününce o atı da seviyorum. Çay içiyorum. Artık ıhlamur içeceğim. Ne yumuşak, çağrışımlı, bağışçı, düşcül şeydir ıhlamur. Evimizin önünde bir ıhlamur ağacı olsun. Sen saksıda da yetiştirebilirsin ıhlamuru. Gece yatakta Memo'yla hep seni konuştuk. Susunca seni sustuk. Uyuyunca seni uyuduk.

Akşamları eve döneyim, kapıyı sen aç: gözlerin...
Memo okuldan dönmüş olsun. Kaçıncı sınıfta olsun?

Duygulu bir adamım ben. Bir film görmüştüm eskilerde; bir Fransız filmi; adı: "Jesuis un Sentimental. " O filmdeki adam gibi miyim nedir?
Öfkem belli olur, coşkum ortaya çıkar da sevincim, üzüncüm dibe akar, orda büyür.

Yalnız seninle güçlüyüm. Sen olmasan bir anlamım olamaz. Sev beni.

Yaşayacağız.

Her şeyimi sana borçluyum. Sana rastladığım sıralar yıkıntılıydım. Sen onardın beni. Tuttun elimden kaldırdın. Ben de ekmek gibi öptüm alnıma koydum seni, kutsadım.

Aşk büyüdü, aşk!

Sen hastanedeyken her gün yazacağım sana. Seni nice sevdiğimi anlatacağım.

Yüzüğünden öperim




Victor Hugo’dan Juliette Drouet’ye

31 Aralık 1851

Bu, zulmet ve şiddet dolu günler boyunca harikuladeydiniz, Juliette’im. Sevgi istedim, verdiniz, teşekkürler! Gizlendiğim yerlerde, sürekli tetikte beklemekle geçen gecelerin sonunda, kapımda, parmaklarınızda titreşen anahtarların sesini işittiğimde o kötülükler ve karanlıklar yok oluyordu; içeriye ışık giriyordu. Çatışmanın kesildiği demlerde yanıbaşımda olduğunuz o korkunç ama bir o kadar da tatlı saatleri asla unutamamalıyız. O küçük karanlık odayı, tavandan, duvarlardan sarkan o eski şeyleri, yan yana duran iki koltuğu, masanın bir köşesinde yediğimiz yemeği, getirmiş olduğunuz o soğuk tavuğu ömrümüzce unutmayalım; tatlı s ohbetlerimizi, okşamalarınızı, kaygılarınızı, adanmışlığınızı hep anımsayalım. Beni sakin gördüğünüze şaşırmıştınız. Bu dinginlik nereden geliyor biliyor musunuz?
Sizden…


Stendhal’den Mathilde’e

4 Ekim 1818

Çok mutsuzum, galiba gün geçtikçe sizi daha çok seviyorum, sizse artık bana eskiden gösterdiğiniz en basit dostluğu bile göstermiyorsunuz. Aşkımın son derece çarpıcı bir kanıtı var, bu da sizinle birlikteyken içine düştüğüm, kendi kendime kızmama neden olan ama bir türlü üstesinden gelemediğim sakarlık. Salonunuza gelene kadar cesaretim yerinde ama sizi görür görmez titremeye başlıyorum. Sizi temin ederim ki, başka hiçbir kadın uzun süredir bu duyguyu uyandırmadı bende. Bu duygu öylesine mutsuz ediyor ki beni neredeyse artık sizi görmemek zorunda kalmayı ister oldum ve aldığım kararlara karşın, her gün sizin evde bulunmamak için ihtiyatlı olmayı düşünmeye ihtiyacım var.

Yarın gidiyorum, sizi unutmaya çalışacağım, eğer elimden gelirse, ama pek başaramıyorum, çünkü yine bu akşam da sizi görme isteğine karşı koyamadım.

Bugün, bütün gün en büyük işim ihtiyatı elden bırakmadan sizi görebilme yollarını aramak oldu.

Sizi, yanınızdayken değil de sizden uzaktayken daha çok seviyorum. Sizden uzaktayken bana karşı hoşgörülü ve iyi olduğunuzu düşünüyorum, oysa yanınızdayken varlığınız bu tatlı hayalleri yok ediyor.

Mustafa Kemal'den "Şerif" takma adıyla Salih Bozoak’a

"Ey Hazreti Salih;

Seferin ilk devresindeki mecburiyeti savdık. Şimdi ikinci sefere çıkıyoruz. Bakalım Allah ne gösterecek? İnşallah dönmek nasip olursa size günlerce anlatacak hikâyelerimiz var. Suret-i muhsusada gözlerinden, validenizin ellerinden öperim. Bizim valide acaba ne âlemdedir? Maaş alabildiniz mi? Kuzum Salihciğim, Necati'ye söyle maaşımdan borçlarımı kessin. Dönüşümde borç filan dinlemem. Kimbilir ne kadar züğürt döneceğim. Ruşen beye, Mustafa Beye mahsus ihtiramlar. Kendilerine mektup yazamayışımın sebebi, adresleri nazar-ı dikkat çekicidir. Lütfi beye, Mehmet Ali'ye, Rauf, İsmail Hakkı, Derviş... yer yok, cümleye sêlam. "

Güzel Sözler - Özlü Sözler - Anlamlı Sözler - Deneme Yazıları Makale

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Güzel Sözler - Özlü Sözler - Anlamlı Sözler - Deneme Yazıları Makale