Yağmurun Fısıldadıkları
Zeynep, kulübesinin cam kenarındaki eski koltuğuna kıvrılmış, dizlerine battaniyesini çekmişti. Dışarıda yağmur şakır şakır yağıyordu; sanki gökyüzü, birikmiş bütün hikâyelerini toprağa döküyordu. Camın ötesinde, sokak lambasının sarı ışığı yağmur damlalarında pırıl pırıl dans ediyordu. Her bir damla, bir an yanıp sönüyor, sonra usulca kayboluyordu.
Zeynep’in elinde bir bardak adaçayı, buharı camda minik bir sis bulutu çiziyordu. “Ne güzel, değil mi?” diye mırıldandı içinden. “Bu damlalar… Bir an parlayıp sönüyorlar. Tıpkı bizim gibi.” Gözleri, lambanın ışığında kırılan pırıltılara takıldı. “Acaba ben de böyle miyim? Bir an parlıyorum, sonra kayboluyorum. Peki, bu parıltı ne kadar değerli?”
Yağmurun ritmi, Zeynep’in düşüncelerine eşlik ediyordu. “Herkes bir iz bırakmak istiyor,” dedi kendi kendine. “Büyük bir şey yapmak, hatırlanmak… Ama ya sadece bu anı yaşamak yeterse? Ya bu yağmuru izlemek, bu çayın sıcaklığını hissetmek, zaten bir izse?”
Camda bir damla süzüldü, başka bir damlayla birleşip hızlandı. Zeynep gülümsedi. “Belki de hayat, böyle birleşmelerden ibaret. Küçük anlar, küçük karşılaşmalar… Hepsi birleşip bir nehir oluyor. Benim nehrim nerede akıyor peki?”
Sokak lambasının ışığı, yağmurda dalgalanıyordu; sanki her damla, Zeynep’e bir şeyler fısıldıyordu. “Zeynep, niye bu kadar acele ediyorsun?” dedi içindeki ses. “Bir yere varmak, bir şey olmak zorundaymışsın gibi… Oysa bak, yağmur sadece yağıyor. Ne bir hedefi var, ne bir telaşı. Yine de her yeri besliyor, her şeyi canlandırıyor. Sen de öyle değil misin?”
Zeynep, battaniyeyi biraz daha sıkı sardı. “Belki de haklısın,” diye düşündü. “Belki de sadece Zeynep olmak, bu cam kenarında oturmak, bu yağmuru sevmek… Belki bu, zaten yeterince büyük bir hikâye.”
Masanın üstündeki defterine uzandı, kalemini aldı. Yağmurun sesi fon müziği gibi çalarken, şunları yazdı:
“Bu akşam yağmur bana dedi ki: ‘Zeynep, parıltın bir anlık olsa da, o an sonsuzdur.’ Ben de inandım. Çünkü bu cam kenarı, bu pırıltılar, bu adaçayı… Bunlar benim sonsuzluğum.”
Yağmur yavaşladı, ama pırıltılar hâlâ dans ediyordu. Zeynep, bardağını dudaklarına götürdü, çayın sıcaklığı içini ısıttı. “Evet,” dedi içinden, “bu an benim. Ve bu, yeter.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Güzel Sözler - Özlü Sözler - Anlamlı Sözler - Deneme Yazıları Makale